THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

27 Ekim 2007 Cumartesi

Gündem ve Müslüman



Gündem ve Müslüman

İki tür gündem vardır oluşan. Birini siz oluşturursunuz ve bu gündem bizzat sizin aktiviteniz doğrultusunda gelişir ve oluşur. Diğeri ise sizin dışınızda oluşan gündemdir.
Biz olan, biz olduğunu iddia eden bir sürü grup var irili ufaklı. Ve asıl gündem o bizlik iddiasında bulunanların oluşturduğu gündemdir. Var olan ve varlığını sürdürmeye çalışan o gruplar oluşturdukları gündem ile beslenirler. Var edilen gündemlerle taraftar oluşturulur. Yandaş toplanır ve güçlenmesi sağlanır.
Gündemi takip etmek, yaşadığımız coğrafyada olan bitenden haberdar olmak, - özellikle Allah’ın kulu olduğunu iddia eden, ve bu kulluğu ve boyun eğişi bir başkasına yapmayı yaşanacak en büyük zillet olarak kabullenen - Müslümanların vazgeçilmezi olmalıdır. En önemli bizlik yani taraf oluş inanç birlikteliğidir. Olayları Müslümanlar ve dışındakilerin oluşturdukları olgular olarak değerlendirmeyi önemli bir özellik olarak kabul eden birisi olarak, ‘batıya dönük bir hayatı Allah’ın istediği doğrultuda yaşamaya tercih etmiş bir toplum’da taraf olmam, eğer o toplumda Müslümanca yaşamayı hedeflemiş insanlar varsa mümkündür. Gerisi ki bunların başında Resulullah (s.a.v) ‘in ayaklarının altına aldığı kavmiyetçilik ve ırkçılık gelmektedir, bu anlamda karşı durmam gereken bir anlayışa sahiplenmem mümkün değildir. Yıllardır karşı durduğum ve reddettiğim ırkçılığın açmış olduğu ve günümüzde bir sürü masum insanın da canının yanmasına sebep olan bu yangını yine ırkçı söylem ve tutumlarla çözmek kabullenilecek bir tutum olmasa gerek.
Yalnız ülkemizi değil yeryüzünde yaşayan tüm insanlığı bir biçimde etkilemiş ve sayısız insanı evinden, barkından, yurdundan ve yuvasından etmiş bu şövenist yaklaşımın temeli Şeytan’ın icat ettiği “ben Adem’den daha üstünüm” lafından başkası değil de nedir. “Üstünlüğün takvada” olduğunu beyan eden yüce kitabımızı hiçe sayan ve O’na göre bir hayat örmeyi reddeden bir kafaya karşı durmam Müslümanlığımın gereğidir.
Oluşturdukları bataklıkta oluşan sineklerle mücadele etmekten aciz bu çukur zihniyet, bu sıkıntısını topluma mal ederek, zaten kırgın olan iki toplumu birbirine düşürerek acaba ne amaçlamakta ve kimin ekmeğine yağ sürmektedir. Hak ve doğru olana çağrı eğer kişinin derisinin rengini ve kanını değiştirmeye çağrı ise bu nasıl bir doğrudur. En yüce ırk olarak görülen hangi ırk varsa onunla bir Çingene’nin Allah indinde eşit olduğuna inanan biri olarak olan biteni sessizce izlemekle yetiniyorum.
Vesselam...

23 Ekim 2007 Salı

İnanmak ve Yaşamak

İnanmak ve Yaşamak
Yaşı kırkını devirmiş biri olarak, yaşadığım süre içinde edindiğim en iyi tecrübelerden biridir ufak atmak...Biraz argo biraz da espri dolu ama anlamlı bir sözdür “ufak at civcivler de yesin!”... Kullanım alanı geniş olması hasebiyle, bu sözün palavra atanlara yönelik değil de, daha çok ileriye dönük projeler üreten kişilere yönelik kullanımı, benim üzerinde duracağım kısmı.
Yarınların ne getireceğini bilen Allah...
Büyük projelerden söz ederken “mangalda kül bırakmayan” kişiler daha sonra başta konuştuklarıyla taban tabana zıt bir pratik sergileyebiliyorlar ne yazık ki. “Bekara karı boşama”nın ne denli kolay olduğu bilinen bir gerçektir. Bu kolaycılık hep kendi dışındakileri kapsayan, olayın dışından ortaya konan gayretleri rahatlıkla eleştiren kişilere mahsustur.
Öğrencilik yıllarımda, biraz da ilgilendiğimiz ve tedris ettiğimiz alan gereği arkadaşlar arasında hep uyarı mahiyetinde dilden dile dolaşan Resulullah s.a.v ‘e ait bir söz vardı. “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız” Farkında olmadan bir çoğumuz bu sözü hep kendimiz dışında ve bizlerden büyük kişileri eleştirmek, bulunduğu konumu kendimizce beğenmediğimizin bir ifadesi olarak kullanırdık. İnanılan ve pratiğe dönüştürülmesi istenen bir sürü amel, ortam gereği ya uygulanamaz ya da ertelenerek bir sonra ki bahara bırakılır. Çünkü öylesi eylemler vardır ki bedel ödenerek gerçekleşir. Bu bedeli ödemeye gözü kesmeyen kişiler, bu eylemin şimdi ,zaman ve mekan açısından uygulanamayacağından yola çıkarak “zamanı ve zemini” hele bir gelsinler ile beklemeye başlar.
Ve tabi öğrencilik bitti. Bitişle birlikte yeni yeni başlangıçlar sardı çevremizi. Kimi okulda kalarak yükselmeye, kimi memur olup ilerlemeye doğru adım attılar. Başlangıçta dimdik olan omuzlarımız şu an o kadar dik değil maalesef. Sebebine gelince ideallerimiz öyle kendiliğinden ve hiçbir bedel ödemeden gerçekleşecek idealler değil de ondan. Ve durum tesbiti yapıp çoğumuz şuna karar kıldı. “Her şeyin bir zamanı var.” “Gün ola harman ola”
Ve beklemekle gelmeyen zaman ve yapılamayan harman... Ödenmemiş bedeller ile, biçilemeyen ekin...
Ve bir kesit... Resulullah’a soruyor Mekke müşriklerinin eziyetlerinden yılmış Müslümanlar. Ne zaman bitecek bu zulüm. Resulullah’ın cevabı çok net. Bu iman bedel ödenmeden kazanılan bir şey değil. Ve bu dava sadece bir dönemin insanlarının çektiği zahmetlerle kıyamete kadar herkesin sıyrılıp kurtuluvereceği bir dava da değil. Bir alışveriş sonu cennet olan. Bir alış veriş en sevdiklerinden vazgeçmeyi isteyen.
2/214 Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mı zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
9/24 De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
9/111 Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu bü
yük başarıdır.
Bütün bu yazıp çizdiklerimden sonra şu anlaşılmamalı. 23 yıllık Risalet döneminde Resulullah’ın 13 yılını geçirdiği Mekke döneminde yaşanılan onca sıkıntının sonucunda elden edilen başarının bir günde kazanılamayacağı gibi, elde edilenlerinde hep bir didişme ve kavga neticesinde olmadığı apaçıktır. Bu dini bir çile dini, sıkıntı ve zorluk dini olarak anlamıyorum ama zulüm ile mücadelenin de öyle “al gülüm ver gülüm” mahiyetinde olmadığını da çok iyi biliyorum. Dikenleri ele batmayan gül, solmaya mahkumdur. Bu din doğası gereği Allah’tan başkası önünde eğilmeyi reddeden bir dindir. Ve bu boyun eğmeyiş insanlık tarihi boyunca birilerine diken olup batmıştır ve batmaya da devam edecektir.
Vesselam...