THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

29 Aralık 2007 Cumartesi

Yüreğim Nerde?

İnsan olmanın, en önemli özelliğidir yürek sahibi olmak. En önemli şeylerin saklandığı, en önemli kararların alındığı uzuv. Bir yürek çok şeye bedeldir.
Hele ki yürek yüreğe olunsun bir... Üstesinden gelinmeyecek şeylerin üstesinden gelinir.
Öyle yürekler vardır ki yüreklendirir. Dağlar deldirir.
Yürek duyguların merkezidir. Öyle bilinir... Sevginin, korkunun, üzüntünün, sevincin....
Öyle deyimler vardır ki yürek üstüne... Fazla söze ne hacet dedirtir...
Yüreği ağzına gelmek,
yüreği cız etmek,
yüreği çarpmak,
yüreği dayanmamak,
yüreği ezilmek,
yüreği ferahlamak,
yüreği kabarmak,
yüreği kalkmak,
yüreği katı,
yüreğine (içine) dert olmak,
yüreğine inmek,
yüreğine od düşmek,
yüreğine su serpmek,
yüreği küt küt atmak,
yüreği oynamak,
yüreği (içi) parçalanmak,
yüreği pek,
yüreği yanmak,
yürekten bağlanmak...
Alınması gereken kararları zamanında ve anında alamayanlara, göze alınması gerekenleri göze alamayanlara yüreksiz denir... Öylesi yüreksiz yüreklerin harcı değildir uzun vadeli hesap yapmak. Günü, anı hesap eder, öteye uzanmaz hesabı.. Gündelik korkuları, gündelik kaygıları vardır. O korkular yüreksizleştirir, fedakarlık gerektiren durumlarda gözü donuklaşır, sesi titrer...
Sevmek yürek işidir. Yüreklerde filizlenir uğruna canların feda edildiği sevgiler. İman sevginin en üst limitidir. Görmediği halde sevmek, görmediği halde korkmak. Görmediği halde sevmek, sevilecek varlığın nasıl bir varlık olduğunu bilmekle mümkündür. Kimi durumlarda bir söz yeter sevmek için. Ya da görebilen için ortaya konulanlar. Sevginin rahmet ile kardeşliği vardır. Rahmet kuşatmaktır, korumaktır, içine almaktır, içine sığdırmaktır. Hep içinde taşımaktır. Sevgiyi, acımayı, üzerine titremeyi barındırır rahmet. Biz çocuklarımızı sevmeyiz deyişine bedevinin, Rabbim senin gönlünden merhameti çekip almışsa ... diyen Resulullah’ın oğlu İbrahim için ağlayışını da rahmet olarak adlandırışı manidardır. Rahmanın rahmetinin tecellileri vardır ki, kişiyi güçlü kılar. Bu güç duyarsızlığı değil aksine yüreğin yürek olmasını sağlar. Tıpkı aylardır yağmurun yağmasını bekleyen çiftçinin, yağmurun altında sırılsıklam ıslanmayı dünyanın en büyük zevki olarak görmesi gibi.
Bazen kaybettiklerimiz, elimizden uçup gittiğini sandıklarımız aslında kazandıklarımızdır. Öyle ki geride bıraktıklarımız, bırakıp gittiklerimiz bizleri karşılayacak olanlardır. Arkamıza bakmadan gidebilmeyi, ileride göreceğimiz inancını içimizde tutarak yürümeyi bilmek. Sevdiklerimizden vazgeçmedikçe kazanamayacağımız değerler vardır. İbrahim’in İsmail’in’den vazgeçmesi gibi. Kazandıklarımız, kazanç saydıklarımız öylesi değerlerdir. Ve bir de kazandıklarımız.. Bizi en yukarılara taşıyan, bizi biz yapan, Firdevs-i Ala’ya çıkaran... Umut yüreklerimizde yeşermeli hep, ve umutlar yüreğimize su serpmeli, tıpkı Rahmet damlaları gibi....

DUA


DUA
Bir çağrıdır. Kulun yetmediği yetiremediği anda Rabbül Alemini imdada çağrısıdır. “Ya Rabb gücüm tükendi, mecalim kesildi, bana gösterdiğin yolda yürüme azmi ver, güçlüklere göğüs germemi sağla” deyişidir dua. O yol ki sonunda, gidilmeye azmedilen, Yüceler yücesinin övgüyle bahsettiği asıl durak, varılacak yerlerin en hayırlısı cennet vardır. Ama yol çetindir, sarptır. Bir sürü ağırlıklarla donatılmış insan; zorlanır yürürken yolu. Zaman zaman ağırlıklarından vazgeçmesi gerekir. İsteklerinden, tutkularından... İşte neyi terk edeceğini, ne yapacağını bilemediği anlarda Rabbül Alemine yönelişidir.
Duanın özünde hep hidayeti dileme, geçmişte yapılan hataların affı vardır. Duanın edebinde dünyevi varlık hesabı asla yoktur. Dua kişinin kendi acizliğini dile getirişidir. Aynı zamanda istekte bulunduğu varlığı yüceltmesidir. Dua eden kul bilir ki, isteği kabule layık ise kabul edilir. Ben istedim, hem de çok istedim ama vermedi deme hakkı yoktur dua edenin. Bilir ki istekte bulunduğu varlık onun emir eri değildir, her isteğine cevap vermez. Verse de isteyenin hayrı ne ise öyle gerçekleşir istek. Kul acizdir, zaman zaman şerri hayır görerek isteyebilir çünkü.

Dua kul ile Rabbi arasında gerçekleşen bir olaydır. Arada hiçbir varlık barınamaz. Olduğu an adı şirk olur, dua dua olmaktan çıkar. Kul bilir ki O her an hazır ve nazırdır. Ve bilir ki en olmaz isteklerini bile duyar Rabbi. Hatta dillendiremediği kalbinin derinliklerinde sakladığı duygu ve düşüncelerini de. İstemesini bilmek asıl olan.
“Yol boyunca yolda kalmama isteği, varılacak yere ulaşma isteği” olması gereken asıl istek.
Duanın zamanı da yoktur. Dedik ya her an hazır ve nazırdır. Her daim görüp gözeten bir varlık olan yüceler yücesi Rabbimizin kulunun isteğini duymama gibi acziyeti olabilir mi? Ya da kabul etmek için eşref saati? Böyle bir tanımlamada bulunmaktan Allaha sığınırım. Rabbimin beni duyması için mukaddes gün ve geceler takip etmem gerekmez. Bana şahdamarımdan daha yakın olan O’dur. Belki topluca kullar olarak hep bir ağızdan yönelmenin belirlenen vakti olabilir. Böylesi anlardır Şehr-i Ramazanlar, Leyle-i Kadirler... Affedilmeyi bekleme zamanı değilde, bir olma, birlik olma zamanı. Beraberce elele tutuşma, küfre karşı dik duruşumuzu gösterme zamanı belki. Yoksa affolunmayı arzu eden bir kulun beklemeye bir saniyesi bile olamaz. Ne gecesi ne ayı ne de saati. Açıp elini bir an önce bağışlanmayı dilemeli, yolu üzerinde ki engellerin kaldırılması için dua etmeli, ağırlıklarını bırakabilme gücü talep etmelidir. Sadece Rabbinden, yalnızca O’ndan istemelidir.
Dualarımız olmasa biz ne işe yarardık...

14 Kasım 2007 Çarşamba

Sevgide Ölçü...


Sevgi
Ayarı çok ince, renk renk, ton ton, biçim biçim, şekil şekil değişen bir duygudur sevgi... Belki uğruna yapılan fedakarlıklarla ölçülebilen, ölçüm kıstaslarını zorlayan bir duygu sevgi...
Renk renk, ton ton, çeşit çeşit dedik ya...
En başta zikredelim Allah sevgisi
Ve sırasıyla....
Resul sevgisi, ana-baba sevgisi, evlat sevgisi, yar sevgisi, arkadaş sevgisi, kardeş sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi, uzadıkça uzayan sevgiler zinciri...
İnsana güzel duygular duyuran her şey sevgi kapsamı içinde değerlendirilir. Bir çiçeği, bir böceği, bir kediyi de sever insan. Bunun adı da sevgidir. Kimi vazgeçilmezdir, teline zarar gelsin istenmez sevginin, kimi de iştahını kabartır adamın. Mesela Patlıcan musakka. Seviyorum ne yapayım. Elimde değil...
Velhasıl insanoğlu sevgisiz yaşayamaz. Kimsenin beğenmediği nefret ettiği bir çok şeyi birileri severek yapar, haz alır yaptığı işten.
Benim burada bir iki cümleyle değineceğim konu ise sevginin kaynağı ve o kaynağa göre renk kazanması olacak.
Her şeyi yoktan var eden Rabbimiz, insanı da var etmiş ve ona sevmesini de öğretmiştir. Bir bütünün parçaları gibi insanı kendisi dışındaki nesnelere karşı çeken bir çekim kuvveti gibidir sevgi. Ya o nesneyi kendisinden bir parça, ya da kendisini o nesnenin bir parçası gibi görür ve bütünleşmek ister. Biraz hassas bir gözle bakıldığında tüm kainatı sarıp sarmalayanında aynı duygu olduğunu görüverir insan. Göklerde ve yerde ne varsa Rabbimizin yoluna isteyerek boyun eğmiş, baş koymuştur. Bu anlamda bütün kainat sanki el ele bir yürüyüş içinde, bir ritmik ahenk içindedir. İnsanoğlu da bu ritmik ahengi yakaladığında iç huzurunu yakalar anca...
Sevilen her şey öncelikle O’nun adına sevilmeli ki, o bütünün bir parçası haline gelinsin. O zaman anlam kazanır uğruna gösterilen fedakarlıklar, verilen canlar... Sevgide nihai nokta en üst limit Allah’a gösterilen sevgidir. O sevginin göstergesi O’nun adına sevmektir. Öyle ki O’nun adına her kimi neyi sevmişsen Allah’ı sevmişsindir.
Yeryüzünde sadece O’na kulluğu kabul etmiş müslüman, bu kulluğunu boyun eğişini sevgiyle gerçekleştirir. Kulluk gönülden olursa kulluktur. Allah’ı merkezine almayan sevgi, sonucunda kişiyi şirke götürür. O ince ayarı Rabbimiz sevgilerin en güzeli olan evlat sevgisini örnek vererek göstermiş kitabında...
63/9 Siz Ey imana ermiş olanlar! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin: çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur!
9/24 De ki: "Eğer babalarınız oğullarınız kardeşleriniz eşleriniz mensup olduğunuz oymak ya da boy kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret hoşlandığınız konutlar size Allah'tan ve O'nun Elçisi'nden ve O'nun yolunda kavga vermekten daha gönül bağlayıcı geliyorsa bekleyin o zaman Allah iradesini açığa vuruncaya kadar; Ve [bilin ki ] Allah günaha gömülüp gitmiş bir topluluğa asla hidayet etmez".
3/14 Kadınlara çocuklara altın ve gümüş (cinsin)den birikmiş hazinelere soylu atlara sığırlara ve arazilere yönelik dünyevî zevkler insanoğlu için çekici kılınmıştır. Bütün bu zevkler bu dünya hayatında tadılabilir ama hedeflerin en güzeli Allah katında olanıdır.
Vesselam...

9 Kasım 2007 Cuma

Dehşet Günü...


Dehşet Günü...
Bir dehşet günü ki dostlar, yanında en büyük depremlerin bile önemi kaybolur gider. Dehşet günü, kıyamet günü denilince aklıma, hep o insanı dehşete düşüren anlar gelmiştir. Kişi hiç görmediği ve bilmediği bir anı nasıl tahayyül etsin. Ya da Rabbimiz hiç o ana kadar ne görenin ne de yaşayanın olmadığı bir anı kullarına nasıl tasvir etsin?
Teşbih dediğimiz sanat ile tabi ki... Bilip gördüklerimiz, şahit olup yaşadıklarımız ile bilip görmeye imkanımızın olmadığı ve bizim için gayb olanı bize anlatırken kullandığı yöntem. Böylesi ayetlere müteşabih ayetler denir

80/33. Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman, Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından, Eşinden ve çocuklarından, O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; Güler ve sevinç içindedir. Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür.
Bir karartı sarıp-kaplamıştır. İşte onlar da, kafir, facir olanlardır.
81/1-14.Güneş, dürüldüğü zaman, Yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, Dağlar, yürütüldüğü zaman, Gebe develer salıverildiği zaman. Yaban hayatı yaşayan (irili ufaklı) tüm canlılar toplandığı zaman, Denizler kaynatıldığı zaman, Ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman. Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, Amel defterleri açıldığı zaman, Gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman, Cehennem alevlendirildiği zaman, Cennet yaklaştırıldığı zaman, Herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir.
82/1-5. Gök yarıldığı zaman, Yıldızlar saçıldığı zaman, Denizler kaynayıp fışkırtıldığı zaman, Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, Herkes yaptığı ve yapmadığı şeyleri bilecek.
84/1-5. Gök yarıldığı ve Rabbine boyun eğdiği zaman -ki ona yaraşan budur-, Yer uzatılıp dümdüz edildiği ve içindekileri atıp boşaldığı zaman, Rabbini dinlediği zaman -ki ona yaraşan da budur- (insan yaptıklarını karşısında bulur!)
89/21-26. Hayır, yeryüzü (kıyamet sarsıntısıyla) parça parça olup dağıldığı zaman, Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!? "Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım" der. Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse edemez. Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.
99/1-8. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne oluyor?" dediği zaman, İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.
100/1-5. Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki, insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.
101/1-11. Yürekleri hoplatan büyük felaket! Nedir o yürekleri hoplatan büyük felaket? Yürekleri hoplatan büyük felaketin ne olduğunu sen ne bileceksin? O gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır. Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır. İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse, İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye'dir. Sen Hâviye'nin ne olduğunu ne bileceksin? O, kızgın bir ateştir.

Yukarıda alıntıladığımız ayetler sadece son cüz diye bilinen Amme cüzünden derlenmiştir. Kur’an’ın bütününde bunun gibi bir çok ayet yer almaktadır.
İnsan hayatı boyunca bu dehşetli anlara benzer anları bir şekilde ya görür ya da yaşar. Doğal afetlerin yanı sıra insanın yaşamı boyunca karşılaştığı böylesi felaketler, kıyametin dehşetini insan daha iyi anlasın diye Rabbimiz tarafından örneklendirilmiştir.
Aniden gelen ve insanı ya uykuda ya da umulmadık bir anında yakalayan felaketler... Bu felaketlerin özellikle deprem ve benzerlerinin daha önceden meydana geleceğini öğrenme çabası yıllarca insanların zihinlerini yormuş ve bu açıdan yoğun çabalar gösterilmiştir. Şiddeti çok yüksek bir depremin üç gün önce haberini alan insanların yaptıkları çabaları tahayyül ediyorum da. Tıpkı savaş öncesi oturdukları şehrin vurulacağını bilen şehir sakinlerinin aldıkları önlemler gibi. Ortalık -ana-baba- günü gibi. Herkes öncelikle canını kurtarmanın telaşında. Herkesin gözünde bir korku. Öylesi günlerde bir çok şey unutulur. Pijamayla ortalıkta dolaşan bir adam garip karşılanmaz. Hatta saçları darmadağın, üstü başı perişan bir insan da.
Ancak alınan önlemler insanları huzura kavuşturur. Güven duygusu insanlara rahat nefes aldırır. Korkunun giderilmesi için mutlaka önlem alınması da gerek.
Kesin olarak gelecek bir felaketin haberini alan insanlarda eğer bir umursamazlık görüyorsanız, onların akıllarından zoru olduğunu düşünürsünüz. Hazırlıksız bir şekilde felaketi bekleyen var mıdır acaba. Daha da ötesine iman edenler belki.
İnsanlığın yaşayabileceği en büyük felaket neyse ondan daha büyüğünü haber veriyor Rabbimiz...
KIYAMET!
Ve öncesinde o günün dehşetinden emin olmak için ne yapıyor insan. Öylesine emin ki, öylesine rahat... Bu kişinin sadece kendi hesabıyla hareket etmesiyle biten bir şey de değil üstelik. Herkesi yakıp kavuracak bir felaket. Kendisini emniyete alanın ben kurtuldum demesiyle bitmeyen bir emniyet duygusu. Uyarmakla görevli; gelecek o dehşet gününü bilenler, hissedenler, hazırlığını yapanlar. Tıpkı bir ana baba gününe dönüştürülmezse bu uyarı. Felaketin dehşetini nasıl idrak eder bilmeyenler...
41/13. Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: "İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım."
92/14. Sizi alevler saçan ateşle uyardım;

27 Ekim 2007 Cumartesi

Gündem ve Müslüman



Gündem ve Müslüman

İki tür gündem vardır oluşan. Birini siz oluşturursunuz ve bu gündem bizzat sizin aktiviteniz doğrultusunda gelişir ve oluşur. Diğeri ise sizin dışınızda oluşan gündemdir.
Biz olan, biz olduğunu iddia eden bir sürü grup var irili ufaklı. Ve asıl gündem o bizlik iddiasında bulunanların oluşturduğu gündemdir. Var olan ve varlığını sürdürmeye çalışan o gruplar oluşturdukları gündem ile beslenirler. Var edilen gündemlerle taraftar oluşturulur. Yandaş toplanır ve güçlenmesi sağlanır.
Gündemi takip etmek, yaşadığımız coğrafyada olan bitenden haberdar olmak, - özellikle Allah’ın kulu olduğunu iddia eden, ve bu kulluğu ve boyun eğişi bir başkasına yapmayı yaşanacak en büyük zillet olarak kabullenen - Müslümanların vazgeçilmezi olmalıdır. En önemli bizlik yani taraf oluş inanç birlikteliğidir. Olayları Müslümanlar ve dışındakilerin oluşturdukları olgular olarak değerlendirmeyi önemli bir özellik olarak kabul eden birisi olarak, ‘batıya dönük bir hayatı Allah’ın istediği doğrultuda yaşamaya tercih etmiş bir toplum’da taraf olmam, eğer o toplumda Müslümanca yaşamayı hedeflemiş insanlar varsa mümkündür. Gerisi ki bunların başında Resulullah (s.a.v) ‘in ayaklarının altına aldığı kavmiyetçilik ve ırkçılık gelmektedir, bu anlamda karşı durmam gereken bir anlayışa sahiplenmem mümkün değildir. Yıllardır karşı durduğum ve reddettiğim ırkçılığın açmış olduğu ve günümüzde bir sürü masum insanın da canının yanmasına sebep olan bu yangını yine ırkçı söylem ve tutumlarla çözmek kabullenilecek bir tutum olmasa gerek.
Yalnız ülkemizi değil yeryüzünde yaşayan tüm insanlığı bir biçimde etkilemiş ve sayısız insanı evinden, barkından, yurdundan ve yuvasından etmiş bu şövenist yaklaşımın temeli Şeytan’ın icat ettiği “ben Adem’den daha üstünüm” lafından başkası değil de nedir. “Üstünlüğün takvada” olduğunu beyan eden yüce kitabımızı hiçe sayan ve O’na göre bir hayat örmeyi reddeden bir kafaya karşı durmam Müslümanlığımın gereğidir.
Oluşturdukları bataklıkta oluşan sineklerle mücadele etmekten aciz bu çukur zihniyet, bu sıkıntısını topluma mal ederek, zaten kırgın olan iki toplumu birbirine düşürerek acaba ne amaçlamakta ve kimin ekmeğine yağ sürmektedir. Hak ve doğru olana çağrı eğer kişinin derisinin rengini ve kanını değiştirmeye çağrı ise bu nasıl bir doğrudur. En yüce ırk olarak görülen hangi ırk varsa onunla bir Çingene’nin Allah indinde eşit olduğuna inanan biri olarak olan biteni sessizce izlemekle yetiniyorum.
Vesselam...

23 Ekim 2007 Salı

İnanmak ve Yaşamak

İnanmak ve Yaşamak
Yaşı kırkını devirmiş biri olarak, yaşadığım süre içinde edindiğim en iyi tecrübelerden biridir ufak atmak...Biraz argo biraz da espri dolu ama anlamlı bir sözdür “ufak at civcivler de yesin!”... Kullanım alanı geniş olması hasebiyle, bu sözün palavra atanlara yönelik değil de, daha çok ileriye dönük projeler üreten kişilere yönelik kullanımı, benim üzerinde duracağım kısmı.
Yarınların ne getireceğini bilen Allah...
Büyük projelerden söz ederken “mangalda kül bırakmayan” kişiler daha sonra başta konuştuklarıyla taban tabana zıt bir pratik sergileyebiliyorlar ne yazık ki. “Bekara karı boşama”nın ne denli kolay olduğu bilinen bir gerçektir. Bu kolaycılık hep kendi dışındakileri kapsayan, olayın dışından ortaya konan gayretleri rahatlıkla eleştiren kişilere mahsustur.
Öğrencilik yıllarımda, biraz da ilgilendiğimiz ve tedris ettiğimiz alan gereği arkadaşlar arasında hep uyarı mahiyetinde dilden dile dolaşan Resulullah s.a.v ‘e ait bir söz vardı. “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız” Farkında olmadan bir çoğumuz bu sözü hep kendimiz dışında ve bizlerden büyük kişileri eleştirmek, bulunduğu konumu kendimizce beğenmediğimizin bir ifadesi olarak kullanırdık. İnanılan ve pratiğe dönüştürülmesi istenen bir sürü amel, ortam gereği ya uygulanamaz ya da ertelenerek bir sonra ki bahara bırakılır. Çünkü öylesi eylemler vardır ki bedel ödenerek gerçekleşir. Bu bedeli ödemeye gözü kesmeyen kişiler, bu eylemin şimdi ,zaman ve mekan açısından uygulanamayacağından yola çıkarak “zamanı ve zemini” hele bir gelsinler ile beklemeye başlar.
Ve tabi öğrencilik bitti. Bitişle birlikte yeni yeni başlangıçlar sardı çevremizi. Kimi okulda kalarak yükselmeye, kimi memur olup ilerlemeye doğru adım attılar. Başlangıçta dimdik olan omuzlarımız şu an o kadar dik değil maalesef. Sebebine gelince ideallerimiz öyle kendiliğinden ve hiçbir bedel ödemeden gerçekleşecek idealler değil de ondan. Ve durum tesbiti yapıp çoğumuz şuna karar kıldı. “Her şeyin bir zamanı var.” “Gün ola harman ola”
Ve beklemekle gelmeyen zaman ve yapılamayan harman... Ödenmemiş bedeller ile, biçilemeyen ekin...
Ve bir kesit... Resulullah’a soruyor Mekke müşriklerinin eziyetlerinden yılmış Müslümanlar. Ne zaman bitecek bu zulüm. Resulullah’ın cevabı çok net. Bu iman bedel ödenmeden kazanılan bir şey değil. Ve bu dava sadece bir dönemin insanlarının çektiği zahmetlerle kıyamete kadar herkesin sıyrılıp kurtuluvereceği bir dava da değil. Bir alışveriş sonu cennet olan. Bir alış veriş en sevdiklerinden vazgeçmeyi isteyen.
2/214 Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mı zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
9/24 De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
9/111 Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu bü
yük başarıdır.
Bütün bu yazıp çizdiklerimden sonra şu anlaşılmamalı. 23 yıllık Risalet döneminde Resulullah’ın 13 yılını geçirdiği Mekke döneminde yaşanılan onca sıkıntının sonucunda elden edilen başarının bir günde kazanılamayacağı gibi, elde edilenlerinde hep bir didişme ve kavga neticesinde olmadığı apaçıktır. Bu dini bir çile dini, sıkıntı ve zorluk dini olarak anlamıyorum ama zulüm ile mücadelenin de öyle “al gülüm ver gülüm” mahiyetinde olmadığını da çok iyi biliyorum. Dikenleri ele batmayan gül, solmaya mahkumdur. Bu din doğası gereği Allah’tan başkası önünde eğilmeyi reddeden bir dindir. Ve bu boyun eğmeyiş insanlık tarihi boyunca birilerine diken olup batmıştır ve batmaya da devam edecektir.
Vesselam...